25 Ekim 2013 Cuma
ÖMÜR HANIMLA GÜZ KONUŞMALARI-ŞÜKRÜ ERBAŞ
...Ve güz geldi Ömür hanım. Dünya aydınlık sabahlarını
yitiriyor usul usul. İnsanın içini karartan bulutların seferi var
göğün maviliğinde. Yağmur ha yağdı ha yağacak. İn-
cecik bir çisenti yokluyor boşluğunu insan yüreğinin.
Hüznün bütün koşulları hazır. Nedenini bilmediğim bir
keder akıyor damarlarımdan. Kalbimin üstünde binlerce
bıçak ağzı... ve yüzüm ömrümün atlası; düzlükleri bunaltı,
yükseklikleri korku, uçurumları yıkıntılarımla dolu bir
engebeler atlası. Yaşamak bir can sıkıntısı mıdır Ömür
hanım?
Her şeyi iyi yanından görmeyi kim öğretti bize? Acıyı
görmeyen insan, umutsuzluğu yaşamayan, iliklerine dek
kederin işleyip yaralamadığı bir insan, mutluluktan,
umuttan, sevinçten ne anlar? Göğü görmeden, denizi gör-
meden maviyi anlamaya benzemez mi bu? Bir güz dü-
şünün ki Ömür hanım, ilkyazı olmamış, yazı yaşanmamış,
böyle bir güzün hüznü hüzün müdür? Başlamanın bir
anlamı varsa bitişi göze almak, bitişin bir anlamı varsa
başlangıcı olmak değil midir? Yaşamı düz bir çizgide tut-
mak tükenmektir. Yaşamak zorunda olduğumuz şunca yılı
aykırı uçlar arasında gezdirip geçirmedikçe, alışkanlıkların
sınırlarını aşmadıkça zaman zaman, yaşamak nasıl yenilik
olur tükenmek değil de?
Yağmur yağıyor Ömür hanım...gökten değil, yüreğimin
boşluğundan ömrümün ıssız toprağına...Ve ben sonsuz
bir düzlükte bir küçücük, bir silik nokta gibi eriyip gi-
diyorum. Seslensem kim duyar sesimi yalnızlıklar ka-
tından?
Dönelim...Dönmek yenilmektir biraz da, yarım kalmasıdır
çıkışlarımızın, korkaklıktır, alışkanlıkların güvenli küflü
kabuklarına sığınmaktır...Olsun dönelim biz yine de. Bi-
lincinde olmadan üstlendiğimiz sorumluluklarımız var.
Evlere dönelim, sırtımızın kamburu evlere, cılızlığımızın
görkemli korunaklarına, yalnızlığımızın kalelerine dö-
nelim. Ölçüsüz yaşamak bize göre değil Ömür hanım.
Büyürken geniş ufuklarımız olmadı bizim. Küçücük
avuçlarımızla sınırlarımızı genişletmek istedikçe yaşamın
binlerce engeli yığıldı önümüze. Hangi birini yenebilirdik
bunca olanaksızlık içinde. Umutsuzluğu tanıdık, yenilgiyi
öğrendik böylece.
Yaşama sevinci adına bir tutamağım kalmadı Ömür hanım.
Bir garip boşlukta çiviliyim günlerdir gözbebeklerimden.
Sahi nedir yaşamın anlamı? Geriye dönüyorum sık sık
yanıt aramak adına, yüreğimin silik izler bırakıp, ağır
yükler aldığı zamanın derin denizlerine. Bakıyorum umut
karamsarlığın, sevinç acının azıcık soluk almasından başka
ne ki? Yaşamsa gerçekle düşün umutsuz bir savaşı, her şeyi
içine alan kocaman bir yanılsama... Değil mi yoksa?
Öyle büyük umutlarım olmadı benim, büyük düşlerim,
özlemlerim, büyük beklentilerim olmadı. Koşullarım beni
oluşturdu ben acılarımı buldum. Herkes gibi yaşasaydım
eğer, yaşamı onlar gibi görebilseydim çarşılar yeterdi
avutmaya beni. Bir gömlek, bir ayakkabı, bir elbise; bir
yemek lokantalarda; televizyon, halı, masa ve daha nice
eşya yeterdi yalnızlığı örtmeye, kendimi göstermeye, va-
rolmaya, 'dar çevre yitikleri'nde önem kazanmaya...
Oysa ben bir akşamüstü oturup turuncu bir yangının
eteklerine, yüreği avuçlarımda atan bir can yoldaşıyla
dünyayı ve kendimi tüketmek isterdim. Öyle bir tüketmek
ki, sonucu yepyeni bir "ben"e ulaştırırdı beni, kederli dal-
gınlığımdan her döndüğümde...Bir ben ki tüm ilişkilerin
perde arkasını görür de gülerdim sessizce yapay ya-
kınlıklarına insanların. Kim kimi ne kadar anlayabilir
Ömür hanım?
Susmak yalnızlığın ana dilidir, Ömür hanım, şiiridir, beni
konuşmaya zorlama ne olur. Sözün sularını tükettim ben,
kaynağını kuruttum. Geriye bir büyük sessizlik kaldı yü-
reğimde, kalabalıklar, kalabalıklar kadar büyük...Yalnızım
Ömür hanım, geceler boyu akıp giden ırmaklar gibi ka-
ranlıklar içre, öyle yitik, öyle üzgün, yalnızım...Sularım
toprağa sızıyor bak. Yüzümü geceler örtüyor. Binlerce taş
saklanıyor içimde. Kim kimin derinliğini görebilir, hem
hangi gözle?
Kendilerinin olan tek sözcük yok dillerinde, öyle çok ko-
nuşuyorlar ki...Bir söz insanın neresinden doğar dersiniz?
Dilinden mi, yüreğinden mi, aklından mı? Düşlerinden
mi yoksa gerçeğinden mi? Ve kaç kapıdan geçip yerini
bulur bir başka insanda? Yerini bulur mu gerçekten? Sözü
yasaklamalı Ömür hanım yasaklamalı...Kimsenin kimseyi
anlamadığı bir dünyada söz boşluğu dövmekten başka ne
işe yarıyor ki? Olanağı olsa da insanların yürekleri ko-
nuşabilseydi dilleri yerine, her şey daha yalansız, daha içten
olurdu. Aklı silmeli diyorum insan ilişkilerinden. Yanılıyor
muyum? Olsun. Yanıldığımı biliyorum ya...
Yeni bir şeyler söyle bana ne olur, yeni bir şeyler. Kurşun
aktı kulaklarıma hep aynı sözleri, aynı sesleri duymaktan.
Belirsizlik güzeldir, de örneğin, kesinlik çirkin. Sessizlik
sesten -hele de güncel ve kof- her zaman iyidir; düş gücü,
iç zenginliği verir insana. Dünyanın usul usul ağaran o
puslu sabahları ve günün turuncu tülleriyle örtünen dingin
akşamları bu yüzden etkiler bizi, duygulandırır, de. Anlık
izlenimler sürekli görünümlerden her zaman daha güçlü,
kalıcı ömürlüdür...Alışkanlıklar öldürür güzelliğimizi,
bizi değişmek çirkinleştirir de.
Kimse düşlerine yetişemez ve kimse geçemez gerçeğini bir
adım bile; bu yüzden sıkıntı verir zaman, kısa kalır, sonsuz
olur, insanın küçücük ömrünün karşısında. İstemenin kuralı
yoktur, de, açıklaması sınırı suçu yoktur; istemek ya-
şamın kendiliğinden sonucudur, ne haklı ne haksız,
ne yerinde ne yersiz...
Biz hepimiz dikenli tellerle sarılıyız, her ilişkide bir par-
çamız kalır ve bölüne bölüne biteriz de. En büyük hü-
nerimiz kendimize karşı olmak, aykırı yaşamaktır, acı
kaynaklarımızı ellerimizle yaratarak...Kıyılarımız duy-
gularımızın boyunda, derinliğimiz aklımızın ölçüsündedir;
ufuklarımızsa sisler içinde...O kıyısız gökyüzü nasıl sığar
küçücük gözlerimize, bir bardak suya, demirli bir pen-
cereye...Nasıl gizleriz ağız dil vermez bir geceye? Ve nedir
ki gizi, daraldığımız her yerde bir genişlik duygusu verir
içimize. Çözemeyiz, de, bu güdük bilinç, bu sığ yürek,
bu ezbere yaşamla.
Dünya bir testidir, de, Ömür hanım, ömür bir su...Sızar
iğneucu gözeneklerinden zamanın, bir içim serinlik bir
yudum mutluluk için. Ve bir gün ölümün balkonundan...
dökülür toprağa el içi kadar bir su. Yerde birkaç damla
nem, bir avuç ıslaklık...Ölümü bilerek nasıl yaşar insan,
geride dünyanın kalacağını bilerek nasıl ölür; bilmek bütün
acıların anasıdır, de...
Sars aklımın cılız ayaklarını, kuşat beni. Değişik şeyler
söyle ne olur, yeni bir şeyler söyle. Yıldım ömrümün ka-
lıplarından. Beni duy ve anla.
Yağmur dindi Ömür hanım. Gökyüzü masmavi gülümsedi
yine. Doğa aynı oyununu oynuyor bizimle. Umudun
ucunu gösteriyor usulca, iyimserliğin ışığını süzüyor mavi
atlasından. Ne aldanış! Bulutların rengi mavi-beyaz mıdır,
kurşuni-külrengi mi yoksa?
Gökyüzünü öpmek isterdim Ömür hanım, gözlerimle değil
dudaklarımla. Yoruldum bulutları kirpiklerimde taşı-
maktan. Delilik mi dedin? Kim bilir...Belki de yerde sü-
rünmenin bir tepkisidir bu, ya da ne bileyim bilinçsiz bir
aykırı olmak duygusu. Gökyüzü de olmak isteyebilirdim
değil mi? Kim ne diyebilir ki?
Kimseler görmedi Ömür hanım, bu dünyadan ben geçtim.
İçimde umudun kırk kilitli sandıkları, elimde bir avuç düş
ölüsü yüreğim -içinde senin ve benim ağırlığım- benim
olmayan bir garip gülümsemeyle yüzümde, incelik adına,
ben geçtim...Yerini bulmamış bir içtenlik, yanılmış bir
saygı ve bir hüzün eğrisi olarak ilişkilerin gergefinde,
ördüm ömrümün dokusunu ilmek ilmek. Beni cam kı-
rıklarıyla anımsasın insanlar, savrulan bir yaprak hüznü
ve dağınıklığı ile... Yükümü yanlış bedestanlara çözdüm.
Ezilmiş bir gül hüznü var yüreğimde. Saatlerce dayak
yemiş bir sanığın çözülmesi içindeyim. Ürperiyorum. Bir
at kestanesi durmadan yaprak döküyor yalnızlığın so-
kaklarında, örtüyor ömrümün ilk yazını. İçimde bir çocuk,
yalın ayak koşuyor yaşlılığa doğru, binlerce kez yenilmiş
umut ölülerini çiğneyerek. Sahi yaşlılık, derin bir iç çekiş,
yanılmış bir çocukluk olmasın Ömür hanım?
Ankara, Güz/1983
(Fotoğraf kaynağı:http://www.manzara.gen.tr/manzara-resimleri/guz-yapraklari-1-56203.html)
11 Ekim 2013 Cuma
8 Ekim 2013 Salı
AF
Bizimde bir ölümümüz var
Ona doğru koşturan
Ve iten var gücüyle.
Dostlar, sevmişlikler, aşklar,
Herşey kendilerinin bitmesi üzerine
Başlamak bitmeye doğru bir yolculuk.
Kabullenme sen.
Bak, hiç aldırdığı yok!
Esirgesin ve bağışlasın Tanrı bizi
Ondan beklemek yerine insanları seçtik.
30.09.2013
Firuze
Ona doğru koşturan
Ve iten var gücüyle.
Dostlar, sevmişlikler, aşklar,
Herşey kendilerinin bitmesi üzerine
Başlamak bitmeye doğru bir yolculuk.
Kabullenme sen.
Bak, hiç aldırdığı yok!
Esirgesin ve bağışlasın Tanrı bizi
Ondan beklemek yerine insanları seçtik.
30.09.2013
Firuze
Müjgan
Müjgan
Desene müjgan gitmiş
Yakar top gibi yakmışta gitmiş yetişkinliğimi
Desenize konu komşu,
İpte asılı çamaşırlar,
Pencere önü saksı,
Desenize gitmiş Müjgan!
Ferimizi almış, birşeycikler ko'madan geriye
Desene Terzi Mehmet
Dikilir mi yüreğimizdeki sökük?
İpliğimiz kaçıp gitmiş.
Müjganım
Gitmiş ulan gitmiş
Desenize!
27.05.2011
Firuze
Firuze
6 Ekim 2013 Pazar
3 Ekim 2013 Perşembe
Kıtıpiyoz
Kaç dil bildiğinden emin olamadığım Fosforlu argoyu da sökmüştür elbet; erkeklere taş çıkartırcasına dövüşürken üvey annesini tek yumrukla deviremesede tokatlarla hakkından gelmiştir; öldürdüğü hiç bir adam için sorguya da çekilmemiştir; üvey annesi fosforluyu büyüdüğü çiftlikte aramayı da düşünmemiştir....Ama işte gel gör ki o nasıl lakırtılardır öyle, böyle bir tebessümle izliyorsun. Güzel işte,seviyorum nedir yani.
Kıtipiyoz: Fosforlum! Bu cihan-ı alemde aşk diye bir bomba varsa senin göz bebeklerinde başlar,kirpiklerinde infilak eder.
....
Camgöz: Adım Camgöz. Kem gözle bakan olur kör göz.
Adam: Herif konuşmadı be Camgöz Abi.Camgöz: Merak etme o da bülbül kesilir. Heeeyyyyt! Var mı bana yan bakan?!Adım Camgöz. Kem gözle bakan olur kör göz.
Fosforlu Cevriye: Palavra ruhun gıdası derler.
Camgöz: Hangi teneşir horozu öttü orda?
Fosforlu Cevriye: Sallarken yavaştan at da hissiyatın gıdıklanmasın.
Camgöz: Hissiyatı da sana da başlarım.
Fosforlu Cevriye: Bişşiy mi buyrudu tabut kıymığı?
Camgöz: Vaaay! Kaldırım çiçeği. Ne ne güveniyosun da dilin uzuyor arşın arşın?
Fosforlu Cevriye: İster arşınla konuşurum ister metroyla. Lakırtı vesikaya mı bindi be! Yoksa bir başlarım hayat hikayene mabadı aile kabristanın da biter.
Camgöz: Banaa baak!
Fosforlu Cevriye: Ulan sırma saçlı! Bulmuşsun yağcı gebeşleri kesiyorsun raconu. Böyle kofti hikayeleri yemeyiz biz.
Camgöz: Efendim efendim?!
Fosforlu Cevriye: Efendin kalem odasında. Pastırma olacak topal eşşek gibi gevşiycene al istikametini de silkelemiyim tozunu.
Camgöz: Heeeyyyt! Ulan imbik fahişesi! Dua et kadınsın! Yoksa...
Fosforlu Cevriye: Yoksa perşembe pazarında ara oğlum. Hem bendeniz ablana hitap ederken takın adabı meşrubatını yoksa patlatırım ellialtıyı gözünün astarına. Mostralık Bursa patlıcanına dönersin.
Camgöz: Ne çene varış sende be!
Fosforlu Cevriye: Elbette ya! Lafa kaşınana açarız bayramlık ağzımızı oğlum. Bunlar numunelik. Dul karı taşımış büyük ada merkebi gibi bakacana otur yerine de anzarotumuzu çekelim. Az daha terso gidersen, o stadyum kafana bir maç koyarım validenin sülalesine bando mızıka çaldırırım.
Camgöz: Doğru konuş diyorum yoksa beş santimle çift böbreğini alırım.
Fosforlu Cevriye: Yuh be! Herife bak herife! Hastane kasabı mısın mezbaha doktoru mu?
Camgöz: (Güler)
Fosforlu Cevriye: Dur bakalım hele! İltifatımızı alıp zevkten çifte atma. Sen olsan olsan mezbahada kuyruğa girmiş boynuzlu enişten olursun.
Camgöz: Heeeyt! Ufalarım ulan seni.
Kıtipiyoz: Ufacık tefeciksin...
Camgöz: Postamı koyuyorsun ulan!
Kıtipiyoz: Sende bir başkalık var.
Camgöz: Sana postamı koyuyorsun lan dedik!
Kıtipiyoz: Hayır cicim turşu kuruyorum.
Camgöz: Kimsinizulan siz?! Bela mısınız başıma be!
Fosforlu Cevriye: Fosforlu Cevriyeylen...
Kıtipiyoz: Kıtipiyooz.
Fosforlu Cevriye: Morede fosforlum! Sende de kara sevda var!
....Tahir ile Zühre Meselesi-durup durup kendime hatırlatırım-
Tahir olmak da ayıp değil
Zühre olmak da...
Hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
Bütün iş Tahir ile Zühre olabilmekte.
Yani yürekte...
Bütün iş Tahir ile Zühre olabilmekte.
Yani yürekte...
Mesela bir barikatta dövüşerek,
Mesela kuzey kutbunu keşfe giderken,
Mesela denerken damarlarında bi serumu;
Ölmek ayıp olur mu?
Mesela kuzey kutbunu keşfe giderken,
Mesela denerken damarlarında bi serumu;
Ölmek ayıp olur mu?
Tahir olmak da ayıp değil
Zühre olmak da...
Hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
Zühre olmak da...
Hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
Seversin dünyayı doludizgin,
Ama o bunun farkında değil.
Ayrılmak istemezsin dünyadan.
Ama o senden ayrılacak...
Yani sen elmayı seviyorsun diye
Elmanın da seni sevmesi şart mı?
Ama o bunun farkında değil.
Ayrılmak istemezsin dünyadan.
Ama o senden ayrılacak...
Yani sen elmayı seviyorsun diye
Elmanın da seni sevmesi şart mı?
Yani Tahir'i Zühre sevmeseydi artık,
Yahut hiç sevmeseydi;
Tahir ne kaybederdi Tahir'liğinden...
Tahir ne kaybederdi Tahir'liğinden...
Tahir olmak da ayıp değil
Zühre olmak da...
Hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil...
Hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil...
Nazım Hikmet Ran
Fuat Saka-Simdi Ne Yapar? Kimbilir...
Kendi saçlarımı tarar gibi
Üşüdüğümde üzerime şalı sarar gibi
İçimden şarkı söyleyip kendime
İnce bir sızıyı yatıştırır gibi.
Seni sevmeye başlamak bunlara benziyor.
İşi gücü boşverip
Dünyanın düzenini bir başka yenidoğana satmak
Havaya bağlamak her yüz ifadesini
Kışa hiç ama hiç alışamamak gibi
Seni sevmeye devam etmek bunlara benziyor.
Tek kelimenin dünya üzerinde oluşturmayacak hiçbir doğa olayı yok
Ruhumun irin kalabalığı için doktor doktor gezmeyi bıraktım
Bıraktım
Kendime yaptım yapacağımı
Şimdi sıradaki meyhane beni bekliyor.
Senden sevmeni beklemek
Anlatacağım hiçbir şeye benzemiyor.
Firuze
2 Ekim 2013 Çarşamba
Teoman-Galata'da Rıhtımda
Bir şey olacağı yok ama insan bekliyor,bekliyor işte.
Midemdeki krampı anca bu söz anlatırdı(Nokta)
Kör
Meğer bizim aşkımız sürgülü bir kapının arasına sıkışmış
Çocuklar saklambaç oynarken.
Ve bir baba evini hızla terkederken oracıkta ölmüş.
"Bir kuşum vardı "Boncuk"
Kapılar aşardı
Birgün aşamadı."
Sonra biz bu aşkı ne yapamadık sevgili
Hangi ciklet kağıdında fal diye umutlandırdık
Sıcak döşek görmedi kıçımız
Üşütüp üşütüp sigara yaktık şifa niyetine.
"Birgün sen çok hastalanmıştın
İyi olmuştun sonra
Meğer bana bulaştırmışsın.
Kırgınlık kaldı üzerimde."
Biz o gün çok ağladık sevgili
Mavi, sulu erik gibiydi gözlerin
Buğusunu elimle sildiğim.
"Halamların bahçesinde erikler vardı
Olmamıştı
Çok yemişim
Dokunmuştu.
Hala da dokunur."
Biz bu aşkı bir türlü gömemedik ya.
Duasını da edemedik.
Çok mu günahkarız dersin.
Sen beni, ben seni hoşgöremez miyiz?
Denizde öldü, kumlara düştü.
Büyük balıklar sevgilim
Yemiş midir parlak pullarımızı?
Gömmeliydik, hata ettik.
"Komşumuzun balığını öldürmüştüm istemeden
İlk katlim oydu.
Hala sızlar kalbim."
Gel sevgilim,
Yanağımdan öp
Karnımı doyur
Üzerimi ört.
Hakkını verelim de ardımızdan şiirler salınsın uzun etekli.
"Sonra ben büyüdüm tabi
Bir adam tanıdım
Körsün, göremezsin dediler.
Uykuda severim dedim
Normal insanlar hep uyur.
Gitti
Gidişini görmedim."
Firuze
1 Ekim 2013 Salı
Gözyaşın Tuzludur
Koskoca insanların
Küçücük gözyaşları var.
İçinde gökkuşakları.
Uzanıp boylu boyunca
iz sürer
iz bırakır.
izler, izler, izler.
Firuze
Küçücük gözyaşları var.
İçinde gökkuşakları.
Uzanıp boylu boyunca
iz sürer
iz bırakır.
izler, izler, izler.
Firuze
Asi
Sokağınızdan geçiyordum...
Değişik birşeyler yazasım var
Kimse görmeden.
Işıklar sönmemişti daha
Hüznümde memuriyete alışmış.
Kimse görmeden
Saçma sapan şeyler yazasım var.
Dokunmayın içkimde sıfır alkolsüzlük var.
Gölgen geçti perdeden
İçimde kesintisiz bir enerji kaynağı
Yerime mıhlatan.
Zeki söyledi, dinledik mahallece.
Aşk için ölesim gelmiş
Nasıl desem de anlamasalar
Geceye benzesem.
Aralık camından tütün kokusu geldi
Doğmadığım bir yıla gittim
Koştum
Terlemişim.
Nefesini terime sildim
Çok şükür.
Anlamsız kelimeler uydurdum
Yazasım var
Kimse söylemeden.
Salatayı sağlıklı beslenmek için yemiyoruz biz.
Meyhaneye de almazlar kız başına.
Susuyorum.
Sen görmeden.
Diyemiyoruz oğlum biz kibrimizden.
Yazasım gelmiş.
Yazmıyorum.
Firuze
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)