30 Aralık 2013 Pazartesi

ŞİMDİ,KÜL VAKTİ.

  
   Tüm inandıklarımı gözden geçirip soyağacımızı çıkarıyorum. Aslında ne bok olduğumuzu çok iyi biliyoruz. Ve bilmek bir çözümden çok bir çıkmaz oluyor bizim için.
   Aşk, sonuçsuzluklar bütünü.
   Aşık olduğum adama hiç şiir yazamadım ben. Hiç, güzel bir söz de söylemedim. Aşık olduğumun farkında bile değildim zira. İsterse defolup gitsin, derken gayet ciddi bir umursamazlık vardı. İşte her şey orada başlamıştı. Kaybetmeyi baştan göze almak, sonsuza kadar sahip olmayı istemekten daha elim bir şeye hazırlıyor insan denen mahlukatı.
   Sustum. Sadece yaşayabilecek kadar enerjim vardı. Uykumdan uyanabilecek kadar. Ağlamak yerine koyu renkli mide ağrılarım olacak kadar. "Sevgilim" dediğinde yadırgadığım bir adamın nesi kalmıştı bende bilmeden, hem kaçtım hem bulmak istedim. Kötü alışkanlıklarımın hepsi o noktada başladı. Çok uyku, hiç makyaj, çok sigara, hiç sohbet, çok içki, hiç sarhoşluk, çok kaçış, hiç aradığını bulamayış... O seni aşık yapmaz, sen kendi kendini aşık yaparsın o senin burnunu silerken yaşadığın utangaçlıkla, topukların kumsala batarken yaşatmaya çalıştığı romantizmle, tüm yaşam tarzına zıt bir hareketle yanında kimseye tahammül edemediğini açıkça söylediğinde, vesaire vesaire vesaire... Hepi topu bana kalan tek bir soru oldu, minicik gözlerine beni nasıl sığdırdığı. Bazen parmaklarımla gözlerini aralayıp, bence böyle beni daha iyi görebilirsin, demek gelirdi içimden. İdraki benim için hep imkânsız olacak bir hayranlık nedeni.
   Ve bunlar onun için onunla yapılmış ilk karşılaşma. Şimdi yapabildiğimiz birbirimiz için saçma mutluluk içerikli kartlar. Sonra bir gerçek daha doğuyor, ben bu konuda gayet katı ve cadı olarak, tamam diyene kadar onun eksik kalması gerekliliğini içeren cümleler kurmaktan kaçmak için hiçbir iyi niyet sonesi kurmadan o parkı görmezden gelmek. Bu konudaki uzmanlığımın yumuşak zemine kat kat dökülen beton gibi olması kabullenişin kademesi oluveriyor.
   Şimdi sen beni, ben seni ayrı bir köşeye oturtmaya çalıştığımızda, priz almış o betonun dışına çıkamadığımızı görüyoruz. Hiç söylenmemiş kelimeler, yapılmamış hareketler olduğunu sandıklarımız sadece öncekilerin türevi, integrali, üssü, karekökü... Edebiyatın karmaşıklığı içinde suratımıza vuran matematiksel, kavrayışı basit gerçekler. Senin için yazılmış her şiir, beraber söylediğiniz türküler -şarkılar demiyorum, onlar gün içinde rutinleşmiş kalıyor türkülerin yanında, türkülerden daha az söylense dahi- sen sigaranı yakarken seni izlemesi, iki dakika önce çılgınca gülerken daha evinin kapısına varmadan o, attığı süper hızla desteklenmiş, dokunmatik yazılmış, sonu noktalama işaretlerinin israfına neden olan modern mektuplaşma ile duygusuz bir terkediş benimde hislerime aşina.
   Birbirimizden istediklerimiz apaçık bir bencilliğin ürünleri. İyi-kötü diye ayırt etmiyorum. Parçalanmamış bir bakışla bu böyledir. Benim için iyi olan şey senin içinde direk yoldan iyidir. Ama sen bunu istiyor musun, diye sormam asla sana. Basit sorular sormaktan korkarız çünkü. Öznesi, yüklemi ve bir adet nesnesi olan gayet basit cümleler bizi iki boyutlu görüntü haline getirir. Oysa her matematik ispatı; sadeleştirmekten, birini ötekine benzetmekten geçer. Şiirleri de uzun yazılardan daha çok sevmemizin ve sevmememizin nedeni budur. Benim senin için istediğimi sen de kendin için istiyor musun, sevgili? Bu cümle on bir kelimeden ( tek başına anlamı olmayanlar da dahil) oluşmuştur. Basite yakındır. Kurduğun hayaller seni ilgilendirir, beni değil. Onların hiçbirini, beni terk edeceğin gün olacağı gibi, bana sormadın ve sormayacaksın da. İtiraf edeyim ben de yapmadım, yapmayacağım.
  Sen benim hüznüme ben senin hüznüne dokunmaya yelteneceğiz. Mahremiyetimizin mahremiyetine inmek konusunda delice bir savaş vereceğiz. Birbirimizde bilmediğimiz her şey için hoyratça hırpalayacağız. Evet hiç bağırmayacağız mizacımız gereği birbirimize, ben mesela sana hiç küfür etmeyeceğim ve bu daha acı olacak bu yüzden. Benim seni ikna etmem, senin beni ikna etmen sadece birbirimize sunduğumuz bir lütuf olacak ve her seferinde bunu ima etmekten alıkoyamayacağız kendimizi. İkimiz içinde birer dejavu olacağız. İçinde yaşamamış olduğumuz birkaç kırıntı olacak elbet.
   Dur, daha bizim kitaplardan alıntılanmış sözlerimiz olacak. Ele güne çaktırmadan bağırdığımız serzenişlerimiz, silinecek şiirlerimiz, telefon numaralarımız, gizliden takibe alacağımız profillerimiz, dönüp dönüp okuyacağımız mesajlarımız... Dur, daha bile bile lades oynayacağız. Hoş, eğer yeteri kadar birbirimizin kökünü kazırsak seni hiç yaşamamış varsayabilirim ben.
  Çok söz vermiştin değil mi? Kimini de tutamadın, insanlık hali. Bende de var rahat ol. Senden bunu istersem ağzıma bir tane vurabilirsin.
  İşin en tuhaf tarafı da, bu kadar çok söz sahibi olabilmem, bir çocuğun avuç içine sığabilecek isteklerim ve kana kana susmam. Hayal ediyorum, dünya üzerindeki her insanın sesi yok olsa, konuşamasa ve bundan dolayı paniklemeden birgün yaşasa. Susarak baksak sadece birbirimize. Bir çocuklara, bir hayvanlara, bir rüzgara ve bir denize dokunmasalar. Güzel olurduk. Hatta bence konuşmaya başladığımızda bu hisse başka bir isim bulurduk, her dilde aynı. O zaman özlerdik sevdiğimizi söylemeyi, o zaman özlerdik sevgilinin adının yapraklarda yankılanışını, o zaman özlerdik türküsünü dinlemeyi, o zaman özlerdik kitabını okuyuşunu, o zaman özlerdik laf açabilmek için saçma sapan cümlelerinin çocuksu heyecanla gırtlağından çıkışını... İnsan kaybedince nelerini özlemiyor ki.
   Her yaşta çocuk olmak yasaklanmalı bence. Çocuk yaşta çocuk olacaksın, onu da bu kadar farkındalıkla boğmayacaksın. Bilmeye meyilin olmayacak, büyütmeyeceksin. Aşkın aşk olduğunun farkına varmayacaksın. Aşk bir sonuçsuzluksa, bir bilinçsizlik çıktısı da aynı anda. Oysa ben ne yaptım şimdi, her şeyin bir kere daha altını çizdim. İyi halt ettim.

Firuze

28 Aralık 2013 Cumartesi

Masal

Havluyla sobanın sıcağında kurutuyordu annesi kızının
Uzun bir masaldan saçlarını
Dalgalı ve rutubetli.
Kırmızı prensleri yerleştiriyor kulağının arkasına doğru
Binlerce masal var sana anlatacağım
Uyuma ben gelene kadar.


Posted via Blogaway

26 Aralık 2013 Perşembe

Dario Moreno Can'dır


Özlem

Keman çalmak
Ardından üzülmek geliyor içimden.

Ahmet ERHAN - Bağlar Gazeli



 

          Azer Yaran'a I
Sılam yürüdüğüm yollardadır
Yuvam gurbette
Bıraktım ömrümü en ücra köşelerde
Yedi coğrafyası çürümüş bir mozaik
Bir gazelhan türkü söylüyor duvar diplerinde
Evet, öyle bir derviş ki zaman
Bağlarım ellerimde
Yapraklarım üryan
Öyleyse o bağların gazeliyim ben
                       Bağlar gazeli
Sömürülmüş, kemirilmiş kuru
Toprağa kavuşacağı an
Herkeslerce beklenen
Kardeşim, yapraklara sar üşüyen yerlerimi
2
Telefonlarım çalıp durur an be an
Ben açmam, dostumu düşmanımı bilmem
Hiç sevgilim olmadı ki
Topuklarından öptürecek, bir üzüm tanesi gibi
Verecek ırzını
Hiçbir kalem elime uymadı
                      Bağlar gazeli
Belki seninle bu akşam
Yollara çıksam, mağaralara da sığınsam
Beni kimse sevmeyecek, beni
Telefonlarım çalarken an be an...
3
Yoruldum biraz, gökyüzüne bakalım mı
Niyeyse çabuk yoruldum bu akşam
Zavallı deniz!
Bir daha yağmurlar yağmazsa seni hatırlayamam
Üstelik bağlar da niye hala uzağımda
Değil, anlamam..
4
Saklandım. Kozalağıma sığındım
Güldüler: Ben-Sen-O / Biz-Siz-Onlar
Şehrim ölü asmalar serpiyor bu coğrafyaya
Ankara! İdamların başkenti!
Çocuklarının adını 'Deniz' koyan zevcelerin
Tarihine gülüyorsan ışıklarını söndür
Utanıyorsan, bayrağımı geri ver bana

5
Türkiye! Bağımın en kuru gazeli
Telefonları ikide bir yüzüme çarpan oğlum
Bak, burası Hayat kokuyor
Gencecik kızlar üzüm eziyor topuklarıyla
                               Dünya güzeli
Yurdumda çocuklar ölüyor
Barışın ve kardeşliğin has yüzü hevesine

Üzümler şaraptan anlamıyor...

6
Sevgili yurdum, dağlar, denizler, ovalar
Biraz da kendine sakla kendini
Başımda güneş, ayaklarımda kar
                               Bağlar gazeli
                               Bağlar gazeli
Uzat artık bana şu güzel ellerini...

25 Aralık 2013 Çarşamba

piktobet: Göğe Bakma Durağı

piktobet: Göğe Bakma Durağı: Turgut Uyar ikimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım şu kaçamak ışıklardan şu şeker kamışlarından bebe dişlerinden güneşlerden yaba...

24 Aralık 2013 Salı

SİZ AŞKTAN N'ANLARSINIZ BAYIM


Çok şey öğrendim geçen üç yıl boyunca
Alt katında uyumayı bir ranzanın
Üst katında çocukluğum...
Kâğıttan gemiler yaptım kalbimden
Ki hiçbiri karşıya ulaşmazdı.
Aşk diyorsunuz,
limanı olanın aşkı olmaz ki bayım!

Allah'la samimi oldum geçen üç yıl boyunca
Havı dökülmüş yerlerine yüzümün
Büyük bir aşk yamadım
Hayır
Yüzüme nur inmedi, yüzüm nura indi bayım
Gözyaşlarım bitse tesbih tanelerim vardı
Tesbih tanelerim bitse gözyaşlarım...
Saydım, insanın doksan dokuz tane yalnızlığı vardı.
Aşk diyorsunuz ya
Ben istemenin Allahını bilirim bayım!

Çok şey öğrendim geçen üç yıl boyunca
Balkona yorgun çamaşırlar asmayı
Ki uçlarından çile damlardı.
Güneşte nane kurutmayı
Ben acılarımın başını
evcimen telaşlarla okşadım bayım.
Bir pardösüm bile oldu içinde kaybolduğum.
İnsan kaybolmayı ister mi?
Ben işte istedim bayım.
Uzaklara gittim
Uzaklar sana gelmez, sen uzaklara gidersin
Uzaklar seni ister, bak uzaklar da aşktan anlar bayım!

Süt içtim acım hafiflesin diye
Çikolata yedim bir köşeye çekilip
Zehrimi alsın diye
Sizin hiç bilmediğiniz, bilmeyeceğiniz
İlahiler öğrendim.
Siz zehir nedir bilmezsiniz
Zehir aşkı bilir oysa bayım!

Ben işte Miraç gecelerinde
Bir peygamberin kanatlarında teselli aradım,
Birlikte yere inebileceğim bir dost aradım,
Uyuyan ve acılı yüzünde kardeşimin
Bir şiir aradım.
Geçen üç yıl boyunca
Yüzü dövmeli kadınların yüzünde yüzümü aradım.
Ülkem olmayan ülkemi
Kayboluşumu aradım.
Bulmak o kadar kolay olmasa gerek diye düşünmüştüm.
Bir ters bir yüz kazaklar ördüm
Haroşa bir hayat bırakmak için.
Bırakmak o kadar kolay olmasa gerek diye düşünmüştüm.

Kimi gün öylesine yalnızdım
Derdimi annemin fotoğrafına anlattım.
Annem
Ki beyaz bir kadındır.
Ölüsünü şiirle yıkadım.
Bir gölgeyi sevmek ne demektir bilmezsiniz siz bayım
Öldüğü gece terliklerindeki izleri okşadım.
Çok şey öğrendim geçen üç yıl boyunca
Acının ortasında acısız olmayı,
Kalbim ucu kararmış bir tahta kaşık gibiydi bayım.
Kendimin ucunu kenar mahallelere taşıdım.
Aşk diyorsunuz ya,
İşte orda durun bayım
Islak unutulmuş bir taş bezi gibi kalakaldım
Kendimin ucunda
Öyle ıslak,
Öyle kötü kokan,
Yırtık ve perişan.

Siz aşkı ne bilirsiniz bayım
Aşkı aşk bilir yalnız!

DİDEM MADAK

YOLCU HALLERİ

    Midem de akşamdan kalma bir tutulma vardı, yollar güzeldi ama hava kapalı. Belki de gitmemem gereken bir yereydi yolculuk. Kendime ait ve bir o kadar uzak. Tıpkı ben olmaya çalışan ben gibi. Hiç kimseden nefret etmeyince insan en çok kendinden nefret ediyordu. Bu, daha kolay ve yeterince içten. En azından kendine gülümsemek zorunda kalmıyorsun. Nazım Hikmet' e ait bir dize okudum biraz önce
                " Giderayak işlerim var bitirilecek,
                                                                       giderayak."
     Evet, yollar en güzeliydi. Tek bir kişi istediğime karar verdim, arada bulanan sularıma. Bir sevgili... şart değil. Bir dost... Kadın, erkek... farketmez. İnsan istiyordu canım. Pazarda gördüğünü ister gibi değil, doğduğunda anneni ister gibi.
   Birilerine hep fazlaydı ılıklığım. Yol hala güzel... Birilerine yetirince az. Karar vermiştim, yine yer değiştirecektim. İnsanlar değişmiyordu ama ben onların yerini haritamda değiştirebilirdim. Az okuyordum, çokça kaçıyordum. Ürküyordum, inanamazsınız. Babamın bana kızmasından hiç ürkmemiştim ama konuşmamamızda derin karanlıklar vardı. Bağıramazdım. Dünya patlardı. İnandığım o derin ahkamlar... Bir kadın gerçekten çok karmaşıktır. "..." Yol ağaçlar arasında yine güzeldi, hava belirsiz. İstenmediğim bir yere gidiyordum, adımı temize çıkarmak ve topluma uyum sağlamak için. Arkalarından konuşmaktansa yazmayı uygun bulmuştu ağrıyan başım ve altında bir yerde vicdanım. Giderayak yapılacak işleri düşündüm. Camdan dışarı baktım. Sağ tarafım ağaçlar, sol tarafım beton duvar. Yoo, o benzetmeyi yapmayacağım. Sonra duraksadım, ne yazacağımı bilemedim.

     ...

     Dinlediğim şarkıyı değiştirdim. Sonra kaldığım yerden kendimi yedi kat aşağıya gömmeye ve üfleyerek üstümdeki toprağı, kazmaya devam ettim. Sonra Nilgün Marmara' yı düşündüm. Hangi şiirini okumuştum en son. Mutsuz insanların sayı saymayı bulmalarından gelen durum değişimi. Didem Madak' ı da düşündüğüme göre devam edebilirdim. Boynum fena tutulmuştu. Gece deliksiz uyumuştum. Yazacak bir mektubum vardı ama içimden doğru kelimeler geçmiyordu. Erken yaşta biriken borçlarım ama ödeyebileceğim bir işim vardı. Karşı çıktığım yöntemler, karşı çıkamadığım el değmeyen bir baskım da vardı. Çok şükür! Dengede kalamıyorsun be kızım, diye çıkışıyorum ama nerdeee! Duymuyorum yine. Yazıyorum da yazıyorum. Harbiden, ben şu içimi tırnağıyla yaran öfkeyi  nasıl bastırabiliyordum? Öyle ki, bazen varlığı sadece bir hayaletten ibaret oluyor. Yol hala güzel bu arada. Gözüme güneşte girdi. Kulağımda Metris ayak sesleri. Sigara içmek istiyordum. Yüzüm buruştu yine. Tam ikiyüzlüydüm bu arada. Beni sakin bilenler, beni kıskanç bilenler, beni umursamaz bilenler... Sanırım kendimden nefret etmeye devam edebilirim. Gülümsüyorum... Sanırım aynı anda aynı şeyi düşündük kendimle. Offf! Gitmek istemiyor muydum acaba? Takılıp kalmıştım. Midem küçülüyordu. Bak bak, yüzüm yine buruştu.  Kesin o suçluluk yazısına bakıyordum. Sonra amaaan diyip bir nefeslik rahatlık veriyordum kendime.
     Yoruldum, ara veriyorum.

Firuze

19 Aralık 2013 Perşembe

Lara Fabian - Je T'aime


KUAFÖR

Kesin saçlarımı lütfen
Kırmızıya boyansın elleriniz beyefendi
Ustasınız bu konuda
Şanslı günümdeyim sanırım
Bir saat önce terkedildim ben
Korkmayın biraz kısaldı diye üzülmem artık
Kokusundan kurtulunca rahat bir uyku çekerim bugün
Ve elleriniz ne kadar da kibar
Güneşin batışındaki yorgunluk var benim ellerimde
Bir de hiç ısınmaz
Kırık uçlarım kırık hayallerim gibidir
Kesin lütfen
Güzellik kıyamadığınız bir şey
Ama taraklar öyle düşünmüyor
Teşekkürler
Ne kadar da hüzünlü durmuş
Suçu size atabilirim artık.

Firuze
05.02.13

18 Aralık 2013 Çarşamba

AN'dan İçeru Uyur İdik Uyardılar



Sokak sokaktır, hürdür, soğuktur, sıcaktır...

YARINDAN ÇEKİNCELERİM VAR

Yarına kalmasın sevmelerim
Yarın büyük bir telaş
Yarın derin bir kuyu
Bana bir kış masalı anlat bu gece
Ertesinin olmadığı uzun bir "an" ın içinde
  su gibi insin boğazımdan hülyama
Ketumlaşan dokunuşlarım pişmaniye gibi dağılsın
  çocukların
  dünyayı pembeleştiren dudaklarında
Söyle, söyle
Uçacak mısın benim mahremiyetimde
Tüylerini de dökecek misin?
Söyle, söyle
Azdan biraz fazla
Fazladan biraz az
Kulağımdan kaderime
Engel ve tabii bir heyelan gibi.
Sevdiğim en çok sevdiğim sıcak ekmeğimin arasına
  domates doğrayıp
Çıplak ayakla kanatacak mıyız dizlerimizi
Tükürüp yaraları onarmanın ciddi bir iş olduğunu bilerek
Bütün sevmelerimi bitirelim leblebi tozları yutarken.
Kalmasın yarına sevmelerim
Sevmelerim yarına kalmasın.

Firuze

6 Aralık 2013 Cuma

Kuş Koysunlar Yoluna



Bir karga bir kediyi öldüresiye bir oyuna davet ediyordu. Hep böyle mi bu?
Bir şeyden kaçıyorum bir şeyden, kendimi bulamıyorum dönüp gelip kendime yerleşemiyorum,
kendimi bir yer edinemiyorum, kendime bir yer.'.. Kafatasımın içini, bir küçük huzur adına
aynalarla kaplattım, ölü ben'im kendini izlesin her yandan, o tuhaf sır içinden! Paniğini kukla yapmış
hasta bir çocuğum ben. Oyuncağı panik olan sayın yalnızlık kendi kendine nasıl da eğlenir. Niye izin vermiyorsun yoluna kuş konmasına
niye izin vermiyorum yoluma kuş konmasına niye kimseler izin vermez yollarıma kuş konmasına?
"Öyle güzelsin ki kuş koysunlar yoluna" bir çocuk demiş.

Nilgün Marmara

5 Aralık 2013 Perşembe

GİDERAYAK



Giderayak işlerim var bitirilecek,
                                                    giderayak.
Ceylanı kurtardım avcının elinden
ama daha baygın yatar ayılamadı.
Kopardım portakalı dalından
ama kabuğu soyulamadı.
Oldum yıldızlarla haşır neşir
ama sayısı bir tamam sayılamadı.
Kuyudan çektim suyu
ama bardaklara konulamadı.
Güller dizildi tepsiye
ama taştan fincan oyulamadı.
Sevdalara doyulamadı.
Giderayak işlerim var bitirilecek,
                                                    giderayak.

Haziran 1959

Nazım Hikmet Ran
(Annesi Celile Hanım'ın Nazım Hikmet portresi)

Apolas Lermi - Mektup



Getir beni aklına cuma geceleri...

USTA

Aslında bir şey yaptığım söylenemez
Gözümdeki nedensiz şişlik
Gördüğümü söylememi engelliyor
Biraz dik oturmaya başladığımda
Anksiyete karnımdan itiyor.
Şarkılarla beraber garip zamanlar geçiriyorum
Soyunuyoruz beraber kimi zaman
Dışardan bakıldığında manasızca biliyorum.
Yeni bir sokak buldum
En çok orada sevişiyoruz
Bir kahve kokusu siniyor ki üzerimize,sorma
Ellerimizin üzerinde yürümeye başladık keyiften.
Hangi kitaba elimi sürsem
 sayfa numarasından bir yangın başlıyor
Hangi kitaba elimi sürsem
 Beş para etmez bir ayraç gibi kalıyorsun elimde.
Tanrım!
Ne büyük düş kırıkları arasından ne büyük bir düş kırıklığı bu!
En ücradaki çocuk parklarını çok severim oldum olası
İnzivalarını bozmaktan nefret edilesi bir mutluluk duyuyorum.
Yumuşak, hamurdan çimleri yok
Salıncaklarında kıçın donacaktır emin ol
Kaydırağında pantolonunu yırtacaksın.
Seni öyle, olduğun gibi kabul etmeyecek
Basmayacak bağrına
Ama fena kapılacaksın onun bu hoyratlığına
Tavaf edip duracaksın o seni kabul edene kadar.
Acıyı seviyorsun.
Acıyı herkes sever.
Acıyı sen çok seveceksin.
Açıl susam açıl dediğinde bir kahkaha kopuverecek boğazından ansızın
Ağlamayı en çok o zaman isteyeceksin.
Şimdi ben gidiyorum
İstiyorum ki sen gelme
İstiyorum ki yolunu kaybet
Şimdi ben gidiyorum
Kediler ciğerden nefret ederler.
Bir şey olsun ben gidince
Boş kalmasın buralar
Atıp tutan
Sayıp söven
Kalifiye sesli ama
Ücreti dolgun bir fahişe hüznünün hakkını verecek
Biri, bir şey...
Bul işte
  boncuktan kuş yapan insan ustası.

Firuze

3 Aralık 2013 Salı

piktobet: Seks

piktobet: Seks: Pascal Bruckner   Aşıklar kavuştukları anda küle dönüşürler. Kalçalar cennetin bir tasviri, zenginliğin bir simgesi, yaşayan bir bolluklar...

Kendi Kendine Bir Salı Gecesi Sohbeti

Çok fazla doğru var bu konuşmada.
Özel konumumuzun muteber etkisi altında yağışmalarımız
Bin senelik bir hikayenin özeti gibi.
Girişgenliğimiz
Gelişmişliğimiz
Sonuçsuzluğumuz.
Düşünüyorum gelmiyor hiçbir şey aklıma
Bir çeşmenin önünden geçiyorum
Susamıyorum
Bir otobüs görüyorum
Binmiyorum.
Ben de pazarlık düzecek bir kadınlık yok.
Yine de yolda yürürken çokça ayağına takılırım.
Sade bir çakıl taşıyım anlayacağın
Beni denize fırlatırsan mutlu boğulurum
Bir çocuğun kafasına atarsan
Ben intihar ederim
Çocuk annesine ağlar
Sen yalnızlıktan yoksun kalırsın.
Birine bir şeyi anlamayacağı şekilde anlatmaklardan gelip
Anlasın diye başvurulan beti benzi atık kelimelerden seç şimdi
O kısma çoktan geçmiş olmamız lazımdı.
Bizim bu konuya açık alanda sevişmemiz
Rüyalarımızın habis yüzü olacak
Ve bu utanmayışımız bir toplumun elinden sağ çıkamayacak
Birbirimizi suyun dışına atmaya çalışan balıklar gibiyiz
Hangimiz daha kötü bilmiyorum.
Kötü de olsam
En çok pullarını sayamadığım için üzülüyorum.
Sınav sonunda unutulmuş bir kalem olduğunda
Kaç tane doğru yaptığınla kimse ilgilenmeyecek.
Yastıktaki başım bana bunu hatırlatıyor.
Çok hasta
Herkes
Gözünden hasta
Yüzünden hasta
Ellerinden hasta
Gecesinden hasta
Göz yaşından
Beresinden,eldiveninden
Burnunun çukurundaki sıcaktan...
Kimsenin aklına annesine öptürmek gelmiyor.
Öpünce geçmeyeceğinden korkuyorlardır belki
Belki rüyalarına anneleri gelmiyordur.
Yani diyorum ki
Sen öpünce düzelmeyecek yalanlarım var benim.
Sonu gelmeyen şeyler var hayatta
Bizde başladığını sandığımız
Bize bir ahir zamandan kaldı
Bizden de gidecek.
Demem o ki sonsuzluk bizden geçti, geçiyor, geçecek...
Bir çingene melodisinin tarifsiz acısına dönüştüğü yerdeyim
Durdurup,
İçimdeki tüm kızıllaşan demirleri dövüyorum.
Benim terim
Benim ocağım.
Tortularımın bile sızladığını gördüm
Sen neden bahsediyorsun.
Ten ruha yapışmış bir asalak gibi
Yürüdükçe sallanıyor
Kokusunda bu bayağılaşmış tazelik hissi
Kaç tane büyüyle teğellenmiş bilinmez.
Ruhumuzun ışığı aralık bir perdeden bile sızamayacak gibi.
Kendini yok etmiş bir şairin filmini yapmışlar
Ağlamış gibi yapıyoruz seninle
Ağlayan yanımızı evde unutmuşuz.
Ben evlenilecek bir kadın değilim
Zira hep bir şeyin fişini bir yerde takılı unuturum.
Ama seninle bir sevgiyi bölüşüp,çoğaltabilirim.
Hangi mektubu hangi mektup açacağıyla açtın?
Bu gece üzerini iyice örttün mü?
O otobüse yetişebildin mi?
İncecik bir belin o şiirlerdeki etkiyi vermediğini anladın mı?
Hangi doğruyu hangi yanlışın yerine söylediğini seçtin mi?
İstediğin sorudan başlayabilirsin.
Yazına özen gösterme
Tarih atma köşeye
Ve
Çıkarken kapıyı açık bırak
Konuşulacak şeylerimiz kalsın geriye.

Firuze

BİRGÜN RÜYAMDA

Iskalamakta; başka bir noktayı, tam on ikiden vurmaktır. Başarılı bir atıştır. Her atışın illa ki bir sahibi vardır. Basit edebiyattan ziyade rüyamda kendi kendime -bir başkasına- fısıldıyordum. "Ne atıştı ama!"

Firuze


2 Aralık 2013 Pazartesi

KİM BİLİR?

Kim bilir
Belki seni beklerim
Belki de beklemem.
Bir ipin üstündeyim farzet
Düşerim
Yeniden başlamak gelmez içimden
Belki de kıyamet kopar
Sen de beni düşünemez olursun
Otobüsü kaçırırım ya da
Son paramı da harcamış olurum
Kıskanırım sana değdiğinde
Benden uzaklaşan yol.
Uyuyakalırım
Seni düşünmeden edemediğim bir geceden sonra
Küsersin.
Belki ben bunları yazarken
Sen vazgecmeyi seçmişsindir
Ben gelmeyi.
Kim bilir?

Firuze

Erkan Oğur-Zeynebim


29 Kasım 2013 Cuma

Murat Köseoğlu - Peradaki Yaşlı Dilenci



Sokaklarda öylece dolaşası var.

CADI AVI - Ceyl'an Ertem - Düşmedim Daha



Her sözü bir doğruyu tasdik eder gibi. Öyle. Yani...

RIFF COHEN - ROTZA PRAHIM


...
Çiçekler istiyorum.
Çiçekler istiyorum.
Yanaklarımda
Dudaklarımda
Dizlerimde
Çiçekler istiyorum.
Çiçekler istiyorum
Düzensiz
Vazosuz
Vakasız...

dermiş şair burada.(İbranice)

TÜLLER VE SİYAH



Önü denizle başlayan rüzgarlı bir kasabadaydık.
sanki yıllardır oradaydık. her şey düzelecekti.
orada doğmaya çabalayarak öldük.

Meleğim nehir kanatlarını uzaklıklarda yıka şimdi.

Soğuktu, ısınamıyorduk. bu kadar yakınken. aramızda
yalnızca o hava boşluklarının dolaştığı odalardaydık.
biriken bütün rüzgarlar işte orada, o deniz kasabasında
o çok köpekli, çok rüzgarlı yerde patladı. ikimizi aynı
gökyüzüne baktıran, neydi o, ışık söndü. Sustum.
Sustum. Sustum. Sustum.
Bütün aşkların sonunda yaptığım gibi,
konuşmak hiçbir şeyi, hiçbir şeye ulaştırmıyordu.
Biliyordum.

Rüzgarlar.. Pansiyon.. Teras
blue cult.
Akşam yürüyüşleri. Akşamın batısına
meleğimin kanatlarını da oraya götürerek.
Metropollerin asi özlemi sonra
Ah benim kaçak sevgilim: İstanbul
fincanlarda yol görünmedi bana yaz boyunca.

Terin ter, gövdenin diğer gövdeyle buluştuğu yer.
Kaç sevişme hatırlıyorsun o günlerden. Güç. Zor.
Yitik hafızam: Öksüz çocuğum benim
kendini unutma olur mu?

Sustum. Sustum. Sustum. Başkalarının ilgili yollarına
adım atan ayaklarına susarak baktım. Yanımdayken kalktın.
Gövdeni gövdemin karşısına, sana ilgili gövdelerin
yanına bıraktın. Sustum. Seni yabancı olduğun gövdelerin arasından çekip çıkaramıyordum.
Bunu yapmayacak kadar büyümüştüm. Kendini yormanı
sessizce izleyecek kadar büyümüştüm.

Meğer dalından düşecek kadar büyümüşüm.

Yaprağın ağaçsız kalışını
ağacın çıplaklığını
rüzgarın şiddetini ve rüzgarın
onların her ikisine de ne yaptığını gördüm.

Meğer dalından düşecek kadar büyümüşüm.

Bu gece ay dörtte bir hilal olacak
ben sana ne olmadığımı anlatacağım.
Düşen yaprakların sokaklara vuran gürültüsünü anlatacağım.
Yaprağa, ağacından düştükten çok kısa bir süre sonra
ne olduğunu anlatacağım.
Eenin elementlerin yollara çıkacak
ellerin, gece ve keder.
Ve hala akan ne varsa senin iyiliğinden olacak.

...önü denizle başlayan rüzgarlı bir kasabadaydık.
Sanki yıllardır oradaydık. Her şey düzelecekti.
Orada doğmaya çabalayarak öldük.

Şimdi beni unut sevgilim. Tenimi ve alçaklıklarımı unut.
Beni kanadı kırık küçük bir yavru gibi bulduğun, çoktandır
sanki birini beklediğin varmış gibi katladığın, o çöplükte
bulduğun beni, baktığın, büyüttüğün beni unut.
Şimdi bu acıya ne benim kuş kadar yüreğim, ne senin anaç kalbin dayanır.
Sana son kez sarılıp uyuduğum o son gecede tüller ve
silahlar gördüm düşümde.
Bugün ayrılığın ilk günü. hiçbir şeyi hiçbir şeye yoramayacak
kadar kara bir kının içindeyim. Kara bir kan içindeyim.
Tüller ve silah nedir bilmiyorum.

Yaşlı doğuda her şey mümkündür diyorlar:

Sonsuz sevgi, sonsuz bağlılık
ani ışık, ani ayrılık.

Birhan Keskin
"Bakarsın Üzgün Dönerim"

28 Kasım 2013 Perşembe

BİR GECE MASALI





(Fotoğraf kaynak: Minyatür; http://tr.wikipedia.org/wiki/Dosya:Layla_and_Majnun2.jpg )


Bu yalnızlık seninle geldiği için güzel
Gecede yıldızlar var
Sigarada rakı kokusu
Salaşlık.
Ben sana ne desem devede kulak kalır
Bende derin bir çizik
Bisikletten yeni düşmüşlük acısı.
Milyonda bir kazanılmış yaşam hakkım
Seninle iki misli.
O ev
O oda
O dar koltuk
Dağınıksa da
Derli topluysa da
Ve bu içtiğim su vücuduma çok yararlıysa
Ve ilerlemişse matematik
Hep seninle ilgili
Şu yaşım
Sonraları da.
Leyla gibi çirkin
Şirin gibi bencil
Ve Aslı gibi ateşşem
Efsanene inandığımdan.
Yoksa ben böyle değildim hiç.

Firuze
 

AYNA

Ne diyorduk
Aynalar, sevgilim,
Yansımamızı yemişler
Sonsuzluğa çarpıyoruz
Kırıldıkça.

Firuze

ÜÇ



Rüzgar sisi kaldırdı,
Şu çatılar kırmızıymış.

Şimdi kalkıp gelecekler,
Yakalayacaklar seni,
Güzelsin diyecekler,
Güzeli seninle tanımlayacaklar.
Güzel bir evde yaşıyordu, diyecekler bana
Sineni bileceğim.
"Güzel yemekler vardı sofrada."
Boynunda demlenmiş çay çekecek canım.

Bulutlar mı uzaklaşıyor?
Bu coğrafyanın hangi konusuydu?
Bu çatılar kırmızı ama çirkin
Kuşları yok.

Tarifi yok.
Dört köşe bir masa
İki sandalye
Bir pencere soğukluğu
Benim sağımda
Senin solunda.
Tarifi yok
Senin benim sağıma soba kurmanın
Benim senin soluna nefes vermemin.

Akşam gibi
Ama öğlen.
Kuşlarım nerede?
Kuşlar gitmiş.
Kuşlarım nerede?
Kuşlar gitmiş.

Üç kelimesin
Çay, can, türkü.
Çayından öptüm,
Canından öptüm,
Türkünden öptüm seni.

Firuze
28.11.2013

CEM KARACA - APAŞLAR - RESİMDEKİ GÖZYAŞLARI (1968)



23 Kasım 2013 Cumartesi

DOĞUM GÜNÜ



Değme, bu cana yaşlanmak yaklaştığında
Ve aralığı bir derece daha arttığında hüznü.
Biraz gülesi varmış kursağında
Gülsün
Ay gonca Kasım tarlasında.
Bu ruhta beyaz sabun kokulu çamaşırlar gördüm
Ellerinde çitilemekten su toplamış ten dağları
Öfkesini toplamış
Patlayacak ve iyileşecek.
Ovalar var yaylalar var
Verimli her bir tanesi.
Neredeydin demek yerine susmaktan bahsedince
İrkildim.
Tek hamlede vezirimi aldı
Şah gibi tek tek atsın yürek
Değme.
Kapağını beğenip içini hiç açmadım
Ciğerlerinin hırıltısı
Midesindeki ülser
Safransarı bir yalnızlıkla bütün vücuda durmalısın demesinden korktum.
Günde bir fincan kahvenin
"Bugün mutluyduk yarına Allah kerim." dedirttiği karabasanlar diyarı.
Bana öyle bakma
Uğraşıyorum
Kuyulara inmek benim işim
Üstüm başım pislenmiş, evet.
Derinler daha sıcak
Çıkarma beni üşürüm.
Topukları konuşturan kaldırım taşlarının
Ezilmekten mutluluğa pay çıkaran rayların
Biraz ötede, unutulmanın en fenasını yaşayan salıncağın
Göğün bir el yazısının olmayışının
Sonra, daha nicelerinin yaşam teferruatının tanığıyım.
Bugün beni bunun için kutla
Mumları söndür ve yatalım.

Firuze

22 Kasım 2013 Cuma

20 Kasım 2013 Çarşamba

ÇOCUK



(Fotoğraf: Aclan Uraz
  Kaynak: http://www.arsivfotoritim.com/yazi/aclan-uraz-ile-roportaj-cocuk-isciler/)



Bir sokak kedisi doğurmaya hazır
(Sokakların kuralları basit)
Bir yabancının ellerinde nergis açmış
Bilmediğim bir memleketten kokusu geliyor burnuma
(Aylardan 13.sü)
Bir çatıdan kuş düştü.
Bir öncekinin bir sonrakiyle bağı kısa, bitirici, endişe verici.
Bir geçmiş bir şimdi ve bir gelecek
Beyazı kirlenmiş bir sofrada demleniyor
Muhabbete tabaktaki balık katılıyor
Deniz balığı çağırıyor
Balık ölüyor.
(Balığın pulları çorak toprak)
Bir pikap bir şarkıya aşık oluyor
Şarkı bitiyor
Pikap Aşk' a ulaşıyor.
Fırtına beklenmiyor bu ara
Kışta geç gelecekmiş
Sobasız bir evde iki ateş sönmeyi bekliyor.
(Evde kapı yok)
Kırık bir ayna
Aynalar gözünü alıyor bir komşunun
"Kış!" diyor aynaya
Hamur kızartmaya devam ediyor.
Tam bitecek derken
Çocuklar gülüyorlar
Dünya patlıyor, soğuyor, kara parçalarına ayrılıyor
Şimdi
Gerçekten.
Gülmenin her türlüsünü
Ama ağlamanın en cehennemini çocuklar bulmuş.
(Yüzü kirlenmiş bir çocuktan daha güzeli yüzü daha da kirlenmiş bir çocuk)

Son kullanma tarihi alt yazı geçiliyor
Uzaklaşıyor her-bir-şey
Yastığımda bir nergis yüzünü yıkamaya gidiyor.

20.11.2013
Firuze



Bak şimdi ne geldi aklıma,
Nefesimizi kesen uzun terleme koşuları
Sık ağaçlı orman
Bir dünya savaşı daha nedenlerimiz
Ve senin tenin bir barış elçisi.
Mazgallara takılan topuğuma küfrederken
   kızlıktan çıkıyorum.
Ezmişim kıskandıran inançsız kibarlığı
Ayaklarımız neden var bizim,
Bunu düşünüyorum şimdi.
Kendi pisliğimizde boğulmalıyız
Yoksa köpek pisliği hasta etmiyor insanı.
Ne garip
Kendi kendimizden korunuyoruz.
Aile planlaması devlet dairesi işi.
Mazgalda ıslanıyor şimdi
Ayaklarımda temizleniyorum.
Ne pis insanmışım
Bir dolu vicdan mezarlığı...
Arınıyorum.

Firuze

18 Kasım 2013 Pazartesi

Yanlızlık Kırmızıdır

Kırmızıya dönüyor gökyüzü
Gömleğimin kolları kırmızı
Tırnaklarım kırmızı
Gözlerim kırmızı.
Birazdan açılır bütün yollar
  o ana kadar bir Ankara radyosu açık olacak
Sindireceğim kursağımdakileri.
Kimseye ses etmeden diyorum
  çarşafları sarkıtsam geceden
Huzur bu kadar yakın işte
  çift kişilik bir çarşaf mesafesi.
Dökülmüş bir kirpik kadar küçük kaldım
Çirkin ve siyah
Oysa kırmızıya dönüyordum tam
Şehir uyanıyordu ben uyuyacakken
Yaşam doluyordu ciğerlere ben uyurken,
ben uyurken simsiyah gök, deniz
  ta ki güzel rüyalara kadar
O yüzden
Çok uyurum ben
  küçük bir sırrın içinde
Kimse konuşmaz orada
Kimse huzursuz etmez
Süper güçlerimi kullanırım gerekirse
  ama yedirtmem kimseye sevincimi
Uçarım, çatılar geçerim, çiçekler sularım.
Siyahtan kopma kırmızı
Çürüttüğün yüreğimi kediler bile yemez şimdi
Kırılganlığımın ölçüsünü tutturamıyorsun işte
Hep biraz fazlayım tuzluktan dökülen
Tırnaklarımdaki yenmişlik anlattır sana
  ben anlatamıyorsam.
Yalnızlığı yönetiyor bir koca devlet
Askerleri diktatör
Ve ben sade
  vazoda yenilenmeyen su gibiyim
Güzel kokulu çiçekler yüzünden kötü kokan
Pisim, lanetliyim, şarhoşum, katilim
Ve hakketmiş denmişçesine yalnızım..

02.01.2013
Firuze

14 Kasım 2013 Perşembe

SANA DAİR FELSEFİK OLAMAM.BU KADARIZ.

Henüz anlatmadığım o hikayedeki kız evladı gibi
    tramvay yollarında sağır yürüyesim var
Ve haberin olmayan daktilomda sana sunabileceğim birkaç söz
   henüz keşfedemeyeceğin bir hüzün kuşağında
Anlattıklarıma kanma
Çoğu palavra
Tevatürde...
Bilinmez bir gelecekte
Bilinen ama unutulmuş bir geçmiş yaşanır
Sen de ben Mecnun'um
Sen Leyla.
Yakışmayız divanda bir kolçağa
O türkü daha söylenmedi
O şiir daha yazılmadı
Utanıp gurur duyacağım birkaç satırsın
Rüyalara ilişen bu şehre
Bilirsin ben eğretiyim o kitaplara
Bedenimde birkaç delikle varoluş sergiliyorum yalnız
Evet, küçümsüyorum kendimi
Hiçbir filmde bu başrol benim diyemedim
Ve anlamayacaklara okudum seni
Kafiyesiz
Yoksulum ben oğlum
Otuzuna yaklaşmış bir ayyaş
Mutlu sonla biten her filmden sonra
   Şimdi de mutlular mıdır acaba diyen.
Olmayacak yerlere gözü takılan
Gönlü askıda kalan.
Bize birşey olmaz
Çünkü bizden birşey olmaz
Bana ait bir törende evlenmişiz
Bir akşam Sadri abiyi anmışız
Bir akşam anonim bir türküyü
Bu kadarız
Fazlası değil.

Firuze

GEL

 

Hadi gel
Bu gözyaşının ardı aydınlık gözüküyor.
30.10.2013
Firuze

Fotoğraf Kaynağı: http://www.birdeliningunlugu.com/etiket.php?id=ellerimiz
                              "Kaynak: http://scopeblog.stanford.edu/archives/mental-health/"

13 Kasım 2013 Çarşamba

AŞIK DAİMİ-NE AĞLARSIN BENİM ZÜLFÜ SİYAHIM


AŞIK VEYSEL


  
 Benim sana verebileceğim çok bir şey yok aslında.
 Çay var, içersen,
 Ben var, seversen,
 Yol var, gidersen.
         Aşık Veysel Şatıroğlu

 “Âşık Veysel’in İçki Masaları-Erdoğan Alkan" 'dan alıntı bir bölümdür.

       Tatlı bir Sivralan akşamı. Âşık, ben, Âşık’ın iki oğlu Ahmet ve Bahri rakı sofrasındayız. Veysel yeni mide ameliyatı geçrimiş, karısı Gülüzar Ana içmesini istemior. Âşık rakıyı yudumlarken Gülüzar Ana girip çıkıştı: “Hani içkiyi bırakmış idin?”
Sakince yanıtladı Âşık: “Heye, bıraktım.”
“O halde bu yaptığın nedir?”
“Ne olacak, içkiyi bırakışımı kutluyom. Bu kadarı da hakkım değil mi?”

12 Kasım 2013 Salı

BİR TÜRKÜNÜN KALBİNDEN GEÇENLER



Oluyordu değil mi bizimde isteklerimiz, dostum
Zaman zaman doğru çeşmeden su içiyorduk
Direnip ayaklarımızdaki zincirlere
Su içip zehirleniyorduk rakının yanında
Yoksul sofralarının bereketine özenip.
Olmuyor muydu,
Oluyordu.
Gamdan bir taş bulup yaslandığımızda
Biz bize bir türkünün hikayesi oluyorduk
Ansızın oluyorduk
Beklenen oluyorduk.
Meclisimize bir aşk sokulabiliyordu yalnız
Batini veyahut zahiri.
İçin tir tir titriyordu senin de benim gibi.
Sözlüksüz anlaşmak var ya
Ben en çok onu özlüyorum.
Canım acıyor dostum
Canım çok acıyor
İğneden korkmazdım ben bilirsin
İğnesinden korkuyorum sözlerin
Canımdan korkuyorum
Canımın bana acımasından.
Bu geceden bana ne çıkacak dostum
Geceden çıkabilirsem eğer.
Naif birşeyler mırıldan bana
Dokunsan kırılacak gibi olsun
Bana o türküyü söyle
İçimden ağlamaktan bıktığım bu gecede.
Bu aydınlık gece de
Bana güneşte nesi.
Yoz bir tarihin kızıl saçlı çocuklarıyız biz
Bisiklete ata biner gibi binen.
Üzgün değilse gülüşümüz, eksiktir birşeyler.
Sormadıklarında dört köşe bir süregidişin mutlu çocukları
Bildiğin gibi değil
Deliniyor rahmim
Kadınlığımla gömülüyor anneliğim.
Sancıdan bir çocuk doğuyor
Ona ne vaat edebilirim meclisimizden gayri.
Göğsümde yumru bir çelik
Göğsüm yok
Sütüm yok.
Şems'siz Mevlana düşünemezdik ya hani
Aşksız meclisi de düşünme.
Türküsüz şiiri de.
Gözlerime fazla bu aydınlıkta gölgeleri takip ediyorum
Elinin sıcağını bastır elimin apazına
Yangın bizim üzerimizde tam.
Bitmez bu
Toprak var daha
Börtü böcek var
Çiçek kökleri var
Arılar var.
Bekleyelim
Ay, doğacak birazdan.

12.11.2013
Firuze


11 Kasım 2013 Pazartesi

SIĞ

O senin güzel sığlığın
Buradan taa oraya kadar akan giden
Senin o naif sığlığın
Bir kadın gibi çekici
Bir çocuk gibi şımarık
Bir adam gibi derin sığlığın
Bana zor
Bana ikametsiz
Hayallerimi cebr etmiş birinci sınıf bir ustalıkla
Demlendikçe sen o gece de ben bu
Daha bir gözalıcı
Bana bir masal
Bana bir efsane
Şarkımız yok
Sığlandıkça coşuyoruz.
O senin kumları sakinleyen sığlığın
Ben de bu susamışlık.
Sıfır kadar kaos
Sıfır kadar hiç.
Su değil insan hücresi sığlığın
Susulur
Anlatılmaz.

Firuze

ELLERİMİ TUTMADIN YA...

Sen yok olacaksın bir zamanlar güzel olan bir efsanede. O gidiş günü gerçekten gerçek olacak.

KÖŞEDEKİ AĞAÇ KONUŞUYOR

Seni tanıyorum
Ama benden ne istediğini bilmiyorum.
Çok şükür bugün de kırıldık
Bağcımızın üstüne bastılar
İyi bir tökezlemek sıkı bir dayaktan daha yeğdir.
Hayır
Seni tanıyorum cidden
Hiç bir şey vaat etmeyişim
        adamlığımın bir kanıtı değil
Doğuştan.

Hoşçakalını aldım
Göğsümdeki muskaya sardım.
Beni tanıyamazsın artık
Ben de bir zamanlar insandım.

Firuze

MARESİAS-GAİP ARABESK


ACİZ

Seni arayacaktım aslında
Yoksulluk gelmeseydi kelimelerime.

Firuze 

BİRİ BİR BAŞKASINA AİT

Beni başkasıyla tanıştıran biri var
Başkasıyla beni heyecanlandıran
Başkasından doğurup
Kendine getiren
Sarsan ve durağanlaştıran.

Bana birisi var
Gibi gelen
Gitmek üzere gibi
Sanki hiç gibi birazda

Biri varmış
Biri yokmuş.

11.11.13
Firuze

4 Kasım 2013 Pazartesi

ORUÇ

Şiirle karın doyar mı?
Doyar olm niye doymasın!
O da aşkın orucu.

Firuze

KABUL BUYUR

Yok yok
Kalen düşmeden kaleler fethedilmiyor
Kapatmadan bir sayfayı
Bitirebilir misin bir romanı?
Nokta koymadın mı büyük harfle başlanmıyor
Ne söylesem yalan bu saatten sonra
Kendini kandırdın mı
Bir ülkeyi aldatırsın
Okuduğun kitapları bırak okuyamamışsan kendini
Sevda dediğin bir insana,
Bir çiçeğe ya da denizin dibindeki masallara
Farketmez seni sevmedinmi.
Yok yok
Açılmıyor o gonca
İçilmiyor o şarap.

Firuze

PASTORAL ŞİİR TADINDA

Ülkeler, ülkeler
Geçilmiyor sabaha karşı.
O mahmurlukla köpekler açlığını doyuruyor
Gülbahar kedilerini elleriyle besliyor
Ne oluyorsa güneşle başlıyor
Kırmızı en çok senin tırnaklarına yakışıyor.
O ülkeler dar bir boğazda köprülerle başlıyor.
Yine de halkalı küpeler senin kulağında söz sahibi.
A benim canım
A benim isimsizim
Misafirlikte elmalı kurabiyem
Çıkartıp yeleğini üzerimde kurutuyor.
Lakin o ülkeler pastoral bir şekilde ele alınamıyor.
Biz kuşatılmış ruhlar
Kelepçeleniriz.
Köpekler kediler karınlarını doyurmuş olur.

Firuze

SANA

Birinden bahsedeceğim
Yüzünü falanda bilmişliğim yok hani
Bende saklı kalmış dağarcık gibi
Ben mesela ona çok şarkı söyledim
Gökyüzü ortağımızdır diye
Uyur o
İçimden söylerim
Dünya ona çirkin der
Ben herşey
O felsefik konuşur
Ben felsefeden anlamam
Çirkinim
Dünya bana güzel der
Adının benim tarafımdan anılmasını yadırgayacaktır elbet
Korkacaktır
Zira korku bizi yakınlaştırır.
Onun geçtiği otobanda ben yalnız gözlerimi bırakmışımdır
O yaşarken
Bizi birleştirecek bir kader yok tabi
Mucize beklemeyecek kadar büyüdüm
Zira ikimizden de bi'cacık olmaz
Dünya işte
Çabalarım geceleri dökülen çöp tenekeleri gibi
Köprüler dikecek o
Ben yüzerek çoktan geçmiş olacağım boğazdan
Hepsi bu kadar.

Firuze

25 Ekim 2013 Cuma

Zakkum - Kabadayı



Dikkatli dinlemek gerek.

ÖMÜR HANIMLA GÜZ KONUŞMALARI-ŞÜKRÜ ERBAŞ



...Ve güz geldi Ömür hanım. Dünya aydınlık sabahlarını
yitiriyor usul usul. İnsanın içini karartan bulutların seferi var
göğün maviliğinde. Yağmur ha yağdı ha yağacak. İn-
cecik bir çisenti yokluyor boşluğunu insan yüreğinin.
Hüznün bütün koşulları hazır. Nedenini bilmediğim bir
keder akıyor damarlarımdan. Kalbimin üstünde binlerce
bıçak ağzı... ve yüzüm ömrümün atlası; düzlükleri bunaltı,
yükseklikleri korku, uçurumları yıkıntılarımla dolu bir
engebeler atlası. Yaşamak bir can sıkıntısı mıdır Ömür
hanım?
 
Her şeyi iyi yanından görmeyi kim öğretti bize? Acıyı
görmeyen insan, umutsuzluğu yaşamayan, iliklerine dek
kederin işleyip yaralamadığı bir insan, mutluluktan,
umuttan, sevinçten ne anlar? Göğü görmeden, denizi gör-
meden maviyi anlamaya benzemez mi bu? Bir güz dü-
şünün ki Ömür hanım, ilkyazı olmamış, yazı yaşanmamış,
böyle bir güzün hüznü hüzün müdür? Başlamanın bir
anlamı varsa bitişi göze almak, bitişin bir anlamı varsa
başlangıcı olmak değil midir? Yaşamı düz bir çizgide tut-
mak tükenmektir. Yaşamak zorunda olduğumuz şunca yılı
aykırı uçlar arasında gezdirip geçirmedikçe, alışkanlıkların
sınırlarını aşmadıkça zaman zaman, yaşamak nasıl yenilik
olur tükenmek değil de?
 
Yağmur yağıyor Ömür hanım...gökten değil, yüreğimin
boşluğundan ömrümün ıssız toprağına...Ve ben sonsuz
bir düzlükte bir küçücük, bir silik nokta gibi eriyip gi-
diyorum. Seslensem kim duyar sesimi yalnızlıklar ka-
tından?
 
Dönelim...Dönmek yenilmektir biraz da, yarım kalmasıdır
çıkışlarımızın, korkaklıktır, alışkanlıkların güvenli küflü
kabuklarına sığınmaktır...Olsun dönelim biz yine de. Bi-
lincinde olmadan üstlendiğimiz sorumluluklarımız var.
Evlere dönelim, sırtımızın kamburu evlere, cılızlığımızın
görkemli korunaklarına, yalnızlığımızın kalelerine dö-
nelim. Ölçüsüz yaşamak bize göre değil Ömür hanım.
Büyürken geniş ufuklarımız olmadı bizim. Küçücük
avuçlarımızla sınırlarımızı genişletmek istedikçe yaşamın
binlerce engeli yığıldı önümüze. Hangi birini yenebilirdik
bunca olanaksızlık içinde. Umutsuzluğu tanıdık, yenilgiyi
öğrendik böylece.
 
Yaşama sevinci adına bir tutamağım kalmadı Ömür hanım.
Bir garip boşlukta çiviliyim günlerdir gözbebeklerimden.
Sahi nedir yaşamın anlamı? Geriye dönüyorum sık sık
yanıt aramak adına, yüreğimin silik izler bırakıp, ağır
yükler aldığı zamanın derin denizlerine. Bakıyorum umut
karamsarlığın, sevinç acının azıcık soluk almasından başka
ne ki? Yaşamsa gerçekle düşün umutsuz bir savaşı, her şeyi
içine alan kocaman bir yanılsama... Değil mi yoksa?
 
Öyle büyük umutlarım olmadı benim, büyük düşlerim,
özlemlerim, büyük beklentilerim olmadı. Koşullarım beni
oluşturdu ben acılarımı buldum. Herkes gibi yaşasaydım
eğer, yaşamı onlar gibi görebilseydim çarşılar yeterdi
avutmaya beni. Bir gömlek, bir ayakkabı, bir elbise; bir
yemek lokantalarda; televizyon, halı, masa ve daha nice
eşya yeterdi yalnızlığı örtmeye, kendimi göstermeye, va-
rolmaya, 'dar çevre yitikleri'nde önem kazanmaya...
 
Oysa ben bir akşamüstü oturup turuncu bir yangının
eteklerine, yüreği avuçlarımda atan bir can yoldaşıyla
dünyayı ve kendimi tüketmek isterdim. Öyle bir tüketmek
ki, sonucu yepyeni bir "ben"e ulaştırırdı beni, kederli dal-
gınlığımdan her döndüğümde...Bir ben ki tüm ilişkilerin
perde arkasını görür de gülerdim sessizce yapay ya-
kınlıklarına insanların. Kim kimi ne kadar anlayabilir
Ömür hanım?
 
Susmak yalnızlığın ana dilidir, Ömür hanım, şiiridir, beni
konuşmaya zorlama ne olur. Sözün sularını tükettim ben,
kaynağını kuruttum. Geriye bir büyük sessizlik kaldı yü-
reğimde, kalabalıklar, kalabalıklar kadar büyük...Yalnızım
Ömür hanım, geceler boyu akıp giden ırmaklar gibi ka-
ranlıklar içre, öyle yitik, öyle üzgün, yalnızım...Sularım
toprağa sızıyor bak. Yüzümü geceler örtüyor. Binlerce taş
saklanıyor içimde. Kim kimin derinliğini görebilir, hem
hangi gözle?
 
Kendilerinin olan tek sözcük yok dillerinde, öyle çok ko-
nuşuyorlar ki...Bir söz insanın neresinden doğar dersiniz?
Dilinden mi, yüreğinden mi, aklından mı? Düşlerinden
mi yoksa gerçeğinden mi? Ve kaç kapıdan geçip yerini
bulur bir başka insanda? Yerini bulur mu gerçekten? Sözü
yasaklamalı Ömür hanım yasaklamalı...Kimsenin kimseyi
anlamadığı bir dünyada söz boşluğu dövmekten başka ne
işe yarıyor ki? Olanağı olsa da insanların yürekleri ko-
nuşabilseydi dilleri yerine, her şey daha yalansız, daha içten
olurdu. Aklı silmeli diyorum insan ilişkilerinden. Yanılıyor
muyum? Olsun. Yanıldığımı biliyorum ya...
 
Yeni bir şeyler söyle bana ne olur, yeni bir şeyler. Kurşun
aktı kulaklarıma hep aynı sözleri, aynı sesleri duymaktan.
Belirsizlik güzeldir, de örneğin, kesinlik çirkin. Sessizlik
sesten -hele de güncel ve kof- her zaman iyidir; düş gücü,
iç zenginliği verir insana. Dünyanın usul usul ağaran o
puslu sabahları ve günün turuncu tülleriyle örtünen dingin
akşamları bu yüzden etkiler bizi, duygulandırır, de. Anlık
izlenimler sürekli görünümlerden her zaman daha güçlü,
kalıcı ömürlüdür...Alışkanlıklar öldürür güzelliğimizi,
bizi değişmek çirkinleştirir de.
 
Kimse düşlerine yetişemez ve kimse geçemez gerçeğini bir
adım bile; bu yüzden sıkıntı verir zaman, kısa kalır, sonsuz
olur, insanın küçücük ömrünün karşısında. İstemenin kuralı
yoktur, de, açıklaması sınırı suçu yoktur; istemek ya-
şamın kendiliğinden sonucudur, ne haklı ne haksız,
ne yerinde ne yersiz...
 
Biz hepimiz dikenli tellerle sarılıyız, her ilişkide bir par-
çamız kalır ve bölüne bölüne biteriz de. En büyük hü-
nerimiz kendimize karşı olmak, aykırı yaşamaktır, acı
kaynaklarımızı ellerimizle yaratarak...Kıyılarımız duy-
gularımızın boyunda, derinliğimiz aklımızın ölçüsündedir;
ufuklarımızsa sisler içinde...O kıyısız gökyüzü nasıl sığar
küçücük gözlerimize, bir bardak suya, demirli bir pen-
cereye...Nasıl gizleriz ağız dil vermez bir geceye? Ve nedir
ki gizi, daraldığımız her yerde bir genişlik duygusu verir
içimize. Çözemeyiz, de, bu güdük bilinç, bu sığ yürek,
bu ezbere yaşamla.
 
Dünya bir testidir, de, Ömür hanım, ömür bir su...Sızar
iğneucu gözeneklerinden zamanın, bir içim serinlik bir
yudum mutluluk için. Ve bir gün ölümün balkonundan...
dökülür toprağa el içi kadar bir su. Yerde birkaç damla
nem, bir avuç ıslaklık...Ölümü bilerek nasıl yaşar insan,
geride dünyanın kalacağını bilerek nasıl ölür; bilmek bütün
acıların anasıdır, de...
 
Sars aklımın cılız ayaklarını, kuşat beni. Değişik şeyler
söyle ne olur, yeni bir şeyler söyle. Yıldım ömrümün ka-
lıplarından. Beni duy ve anla.
 
Yağmur dindi Ömür hanım. Gökyüzü masmavi gülümsedi
yine. Doğa aynı oyununu oynuyor bizimle. Umudun
ucunu gösteriyor usulca, iyimserliğin ışığını süzüyor mavi
atlasından. Ne aldanış! Bulutların rengi mavi-beyaz mıdır,
kurşuni-külrengi mi yoksa?
 
Gökyüzünü öpmek isterdim Ömür hanım, gözlerimle değil
dudaklarımla. Yoruldum bulutları kirpiklerimde taşı-
maktan. Delilik mi dedin? Kim bilir...Belki de yerde sü-
rünmenin bir tepkisidir bu, ya da ne bileyim bilinçsiz bir
aykırı olmak duygusu. Gökyüzü de olmak isteyebilirdim
değil mi? Kim ne diyebilir ki?
 
Kimseler görmedi Ömür hanım, bu dünyadan ben geçtim.
İçimde umudun kırk kilitli sandıkları, elimde bir avuç düş
ölüsü yüreğim -içinde senin ve benim ağırlığım- benim
olmayan bir garip gülümsemeyle yüzümde, incelik adına,
ben geçtim...Yerini bulmamış bir içtenlik, yanılmış bir
saygı ve bir hüzün eğrisi olarak ilişkilerin gergefinde,
ördüm ömrümün dokusunu ilmek ilmek. Beni cam kı-
rıklarıyla anımsasın insanlar, savrulan bir yaprak hüznü
ve dağınıklığı ile... Yükümü yanlış bedestanlara çözdüm.
 
Ezilmiş bir gül hüznü var yüreğimde. Saatlerce dayak
yemiş bir sanığın çözülmesi içindeyim. Ürperiyorum. Bir
at kestanesi durmadan yaprak döküyor yalnızlığın so-
kaklarında, örtüyor ömrümün ilk yazını. İçimde bir çocuk,
yalın ayak koşuyor yaşlılığa doğru, binlerce kez yenilmiş
umut ölülerini çiğneyerek. Sahi yaşlılık, derin bir iç çekiş,
yanılmış bir çocukluk olmasın Ömür hanım?
 
Ankara, Güz/1983